2 Ağustos 2009 Pazar
The Final Analysis
People are often unreasonable, self-centred: Forgive them anyway.
If you are honest, people may cheat you, but be honest anyway.
What you spend years to build, someone could destroy overnight. Build anyway.
The good you do today, people will often forget tomorrow. Do good anyway.
You see, in the final analysis it is between you and God; it never was between you and them anyway.
1 Temmuz 2009 Çarşamba
Beklentiler
Hayat bize milyonlarca seçenek sunarken, medya ve tüketim toplumu "beni al, onu alma" diye şarkılar söylerken, sanki görünmeyen eller tarafından hep bir tek seçeneğe doğru yönlendiriliyoruz. O seçeneği arıyoruz. Bulduysak mutlu olup yerimize oturmak yerine, daha iyisine bir arayışa yönleniyoruz bu sefer. Beklentilerimiz sürekli yükseliyor, daha iyisi, daha çoğu, daha güzeli, daha fazlası... Peki bu istekler veya seçenekler bana mutluluk getirecek mi? Acaba hayatta beklentisiz olabilmek mümkün mü?
Acaba sevgide beklentisiz olunabilir mi? Sevdiğiniz kişi veya kişilerin yaptığı yada yapmadığı eylemler karşısında beklentisiz olabilir misiniz? Beni aramadı, mutsuzum; beni aradı, mutluyum. Hakkımda kötü konuştular, bana haketmediğim gibi davrandılar, mutsuzum; beni yücelttiler, beğendiler, mutluyum. Bu döngü böyle devam edip gider ve bir aşağıya bir yukarıya doğru inip çıkar mutluluğumun civası. Benim dışımda gelişir olaylar. Tıpkı ilüzyon izler gibi gördüğümü sanabilirim ama arkasında bir hokus pokus olabilir algılayamadığım, gözden kaçırdığım. İnsanlar ve seçimleri kapalı birer kutudur. Ben ise sadece kendimden sorumluyum. Ondan veya onlardan sorumlu olamam, kontrol edemem kimseyi. Bunu kavrayabildiğim zaman iç huzuruma geri dönebilirim.
25 Haziran 2009 Perşembe
Sınırsız Evren, Sınırsız Ben
Öylesine büyük bir evrende yaşıyoruz, öylesine sınırsız ki şu gökyüzü.. Hem herşey çok yalın ve açık, hem de sırlarla örtülü. Evrenin kendine özgü bir akışı var ve evrende gizli herşeyin gerçekleşme nedeni ve zamanı.
Hepimiz derinlerde bir yerde bunu biliyoruz aslında. Kimsenin birbiriyle paylaşamayacağı bir şey yok. Tek yapmamız gereken kalıplarımızın dışına çıkmak, dünyayı olduğu gibi sınırsız görebilmek ve paylaşmak, bu kadar..
Aynı gökkubbenin altında yaşıyorsak, neden birbirimizi sevmeyelim, neden paylaşmayalım? Bugün sınırsızlığı deneyimleyeceğim ve gördüğüm herkesi & herşeyi takdir edeceğim ve iyi dileklerimi göndereceğim bir gün olsun.
Aşkla..
25 Nisan 2009 Cumartesi
Simurg Efsanesi
Rivayet olunur ki, kuşların hükümdarı olan Simurg ( Zümrüd-ü Anka ya da batıda bilinen adıyla Phoenix ), Bilgi Ağacı'nın dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş. Bu kuşun özelliği gözyaşlarının şifalı olması ve yanarak kül olmak suretiyle ölmesi, sonra kendi küllerinden yeniden dirilmesidir.
Kuşlar Simurg'a inanır ve onun kendilerini kurtaracağını düşünürmüş. Kuşlar dünyasında her şey ters gittikçe onlar da Simurg'u bekler dururlarmış. Ne var ki, Simurg ortada görünmedikçe kuşkulanır olmuşlar ve sonunda umudu kesmişler.
Derken bir gün uzak bir ülkede bir kuş sürüsü Simurg'un kanadından bir tüy bulmuş. Simurg'un var olduğunu anlayan dünyadaki tüm kuşlar toplanmışlar ve hep birlikte Simurg'un huzuruna gidip yardım istemeye karar vermişler.
Ancak Simurg'un yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan Kaf Dağı'nın tepesindeymiş . Oraya varmak için ise yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekirmiş, hepsi birbirinden çetin yedi vadi... İstek, aşk, marifet, istisna, tevhid, hayret ve yokluk vadileri...
Kuşlar, hep birlikte göğe doğru uçmaya başlamışlar. İsteği ve sebatı az olanlar, dünyevi şeylere takılanlar yolda birer birer dökülmüşler. Yorulanlar ve düşenler olmuş...
"Aşk Denizi"nden geçmişler önce...". "Ayrılık Vadisi"nden uçmuşlar...". "Hırs Ovası"nı aşıp, "Kıskançlık Gölü"ne sapmışlar... Kuşların kimi "Aşk Denizi"ne dalmış, kimi "Ayrılık Vadisi"nde kopmuş sürüden... Kimi hırslanıp düşmüş ovaya, kimi kıskanıp batmış göle...
Önce Bülbül geri dönmüş, güle olan aşkını hatırlayıp. Papağan o güzelim tüylerini bahane etmiş. (oysa tüyleri yüzünden kafese kapatılırmış) Kartal, yükseklerdeki krallığını bırakamamış. Baykuş yıkıntılarını özlemiş. Balıkçıl kuşu bataklığını.
Yedi vadi üzerinden uçtukça sayıları gittikçe azalmış. Ve nihayet beş vadiden geçtikten sonra gelen Altıncı Vadi "Şaşkınlık" ve sonuncusu Yedinci Vadi "Yokoluş"ta bütün kuşlar umutlarını yitirmiş... Kaf Dağı'na vardıklarında geriye otuz kuş kalmış.
Sonunda sırrı, sözcükler çözmüş: Farsça "si", "otuz" demektir... murg" ise "kuş"... Simurg'un yuvasını bulunca ögrenmişler ki; "Simurg - otuz kuş" demekmiş. Onların hepsi Simurg'muş. Her biri de Simurg'muş. 30 kuş anlar ki, aradıkları sultan kendileridir ve gerçek yolculuk kendine yapılan yolculuktur.
5 Nisan 2009 Pazar
Orda, Burda veya An'da olmak
Hayatımda aynı şeyler süregeldiğinde sıkıldığımı ve çıkış noktaları aradığımı hatırlıyorum. Özellikle de okul yıllarında. O sırada istediğim yerde olamama, yapmayı istediğim şeylerde kısıtlandığımı düşünme gibi gençlik dertlerim vardı. Her hafta aynı program, hep aynı sınıf, aynı insanlar, monoton bir düzen, bunlar benim için fazla tekdüze idi. Ki ben ilkokul ve ortaokul bittiğinde okul değiştirmiştim. Hayatın anlamı yenilik olmalıydı... O zamanlar içimdeki ses hadi dediğinde yapabildiğim en büyük değişim odamın şeklini ya da saçımın boyunu değiştirmekti. O yüzden büyümeyi iple çektim. "Bir 18 yaşıma geleyim, neler neler yapıcam!" Sonra "Bir üniversiteyi bitireyim neler neler yapıcam!"
Tabi, hayatı biraz daha istediğiniz gibi yönetebildiğiniz yaşlara gelince, karşınıza daha fazla fırsat çıkıyor, zamanla yapılacaklar listesi oluşuyor. Ben şanslıydım, hem üniversitede hem sonrasında yapmak istediklerimin çoğunu yaptım ailemin desteği ile. Ama şu sorular hiç bitmedi: "Acaba şu an olmam gereken yerde miyim? Zamanımı daha iyi kullanabileceğim bir şey var mı? Hayatı kaçırıyor muyum?" gibi düşünceler zihnimde uçuşurken, artık 30'lara merdiven dayamış biri olarak bir şeyi daha net görüyorum. Hayır, zaman akıp gitmiyor. Zaten bunun için endişelenmeye gerek de yok. O hep vardı, hep varolacak. Yalnızca benim gerçeği algılayış şeklim değişiyor. Zihnim hep geçmişteyse, sürekli eski olayları aklımda evirip çeviriyor, yeni sonlar veya başlangıçlar yazıyorsam veya geleceğe dair düşünceleri yoğunlaştırıyor, şu olunca böyle olacak gibi başlayan hayaller dünyamdan çıkamıyorsam, evet işte o zaman An'da değilim. Ve ne orda ne burda olmamın hiç bir anlamı yok. Önce olduğum yerin hakkını vermeliyim..
Peki ne yapmalıyım bunun için? Öncelikle kabul etmeyi öğrenmeliyim. Kabul etme içinde farkındalığı, anlayışı, takdir etmeyi, sezgiselliği, sevgiyi, öz saygıyı ve inancı barındırır. Durumu ve koşulları kabul ettiğimde kendimle barışırım. Değiştirmeye çalışarak enerjimi harcamak yerine, duyduğum huzurla enerjimi biriktirip çoğaltırım. Kabul etme beraberinde komşusu memnuniyeti bana getirir. Memnuniyet, mutluluğun kozadaki tırtıl halidir. Mutluluğun dönüşüp uçabilmesi için memnuniyetin kozasını çok iyi örmesi gerekir: sıkı sıkı ve sağlam.. Böylece güzeller güzeli mutluluk doğar. Ben onu başkalarıyla paylaştıkça, o çoğalır. Fiziksel dünyanın yasaları burda geçerli değildir. Ben verdikçe, o artar.
İşte böyle bir billinçle An'da olurum. Neyi yaşamam gerekiyorsa onu yaşarım. Ayırt etme gücümü kullanarak en doğru tutumu gösterip kimseyi kırmam ve hiç bir olaydan üzüntü almam.
İngiltere'de tanıştığım çok tatlı bir bilgenin dediği gibi : Ne olursa olsun, mutluluğumu asla kaybetmemeliyim. O benim hazinemdir. Dönüp kontrol etmem gereken hazinemin birikip birikmediğidir.
Mutluluk ile Yolculuk
6 yaşımdayken doğumgünümde amcam sarı bir Walt Disney Ansiklopedi serisi hediye etmişti. 10 veya 12 ciltlik ama nefis bir şey. Her ciltte inanılmaz resimler, her cilt ayrı bir konu; uzay ve bilim, biyoloji, tarih, vb.. 6.seri masal cildiydi. Dolayısıyla en elimden düşmeyen de o olmuştu. Biraz daha büyüyünce benden küçüklere okumaya başladım o masalları. Çok keyifliydi. İşte, blogumda da masal yazma hevesim burdan geliyor. Buyrun okumaya..
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, Mutluk ile Yolculuk adında iki çocuk varmış. Bunlar aynı şehirde yaşar ama birbirlerini hiç tanımazlarmış. Aynı yollardan farklı saatlerde geçer, aynı yerlerden gazoz, sakız ve çikolota alır, aynı parkta oynar ama birbirlerini hiç görmezlermiş.
Mutluluk çok güleryüzlü, her zaman neşeyle konuşan, etrafındaki kişileri eğlendiren bir çocukmuş. Herkes onunla oynamak istermiş. Yolculuk'sa daha sakin, biraz içine dönük ama çok bilge bir çocukmuş. Herkes onu dinler, ağzından çıkan cümleleri not alır, başı sıkışan ona akıl danışırmış.
Gel zaman git zaman mutluk bir şeylerin yolunda gitmediğini düşünmeye başlamış. Çünkü içindeki mutluluk yaşı büyüdükçe azalıyormuş. Her gün uyandığında mutluluğu sanki zayıflıyormuş, daha az mutlu olucak şey bulabiliyormuş. Arkadaşları da onun değişen bu yönü karşısında onunla daha az vakit geçirmek ister olmuşlar.
Yolculuk ise, bildiği onca şeye, onu dinlemek isteyen onca kişiye rağmen kendi derdine derman olamıyormuş, eksik yanı ne, onu göremiyormuş. Her durumu, her insanı bir bakışta tanımasına karşılık kendi durumunda ne yapması, nereye gitmesi gerektiğini bilmiyormuş ve buna çok üzülüyormuş.
Mutluluk artık parka çok nadiren gider olmuş. Gittiğinde de bir banka oturup sadece oynayıp gülen çocukları seyretmek istiyormuş. Bir gün, Yolculuk yine düşüncelere dalmış yavaş yavaş yürüyerek yaklaşmış ve Mutluluk'un oturduğu bankın diğer ucuna oturmuş.
Yolculuk Mutluluk'a sormuş: Neden üzgünsün?
-Mutluluk: Üzgün değilim, sadece eskisi kadar neşem yok. Bu durum hiç alışık olmadığım bir şey ve ben ne yapacağımı bilmiyorum.
-Yolculuk: Seni mutlu eden şey neydi?
-Mutluluk: Bilmiyorum, içimden gelen bir histi. Her sabah uyandığımda bu dünyada varolmanın ne kadar güzel bir şey olduğunu hatırlardım ve günüm aydınlanırdı. Sonra, gün içinde karşılaştığım her durumda eğlenceli bir yön bulur neşelenirdim. Ben neşelendiğim için etrafımdakiler de neşelenirdi. Artık olaylar bana o kadar eğlenceli gelmiyor. Savaşlar var, açlık var. Herkes büyüdükçe kendi çıkarlarını gözetmeye başladı. Kimse kimseye iyilik yapmak, paylaşmak veya en azından karşısındakini dinlemek istemiyor. Bir vakitsizlik, zamansızlıktır almış başını gidiyor. Herkes önce hep "ben" diyor. Kimse kimseye hatta kendisine bile güvenmiyor. Sevginin bile arkasında çıkar var. İnsanlar birbirlerini değil, kendi egolarını seviyorlar. Bencillikler üzerine ilişkiler kuruyor, karşısındakinden alacakları tükendiği, veya karşısındaki istediklerini vermediği zaman sevgileri de bitiyor. Beklentiler belirliyor hayatın kurallarını.
-Yolculuk: Peki senin için ne değişti?
-Mutluluk: Artık bunları daha çok görüyorum ve bu da beni üzüyor. Artık neden burda olduğumu da bilmiyorum.
-Yolculuk: İstersen bunu tekrar hatırlayabilirsin.
-Mutluluk: Nasıl?
-Yolculuk: Senin en büyük erdemin ne?
-Mutluluk: Sanırım adım. Yani Mutluluk.
-Yolculuk: O zaman tekrar dokun ona. Yaşamın değişmediğini, senin gözlerinin gördüklerinin değiştiğini anla. Neden burda olduğunu hatırla, asıl amacını. Eğer bilmiyorsan, bunu öğrenmek için bile geçirebilirsin tüm hayatını.
-Mutluluk: Senin hiç sorunun yok mu peki? Sen neden bu banktasın da diğerleri ile oynamıyorsun?
-Yolculuk: Ben kendimi bildim bileli, bu böyle. Sanırım bazen hayatı çok ciddiye alıyorum. Çok şey bilmekle, yapmak arasındaki dengeyi şaşırıyorum. Nasıl mutlu olacağımı biliyorum ama yapamıyorum.
-Mutluluk: O zaman istersen birlikte oynayalım. Hergün aynı saatte bu parkta buluşalım. Sen bana hayat amacımı hatırlat, ben sana mutluluğu. Olur mu?
-Yolculuk: Harika olur!
Ve uzun süredir kayıp, şimdi bulunmuş iki çocuk; Mutluk ile Yolculuk o günden sonra ayrılmaz iki iyi arkadaş olmuşlar. Mutluluk bir yolculuğa, Yolculuk mutluluğa doğru çıktığını farketmeden, hayatı denge içinde, özlerini hatırlayarak, birbirlerine hatırlatarak, etraflarına ilham kaynağı olarak, paylaşmanın tadı, yaşamanın keyfiyle sonsuza kadar mutlu ve erdemli yaşamışlar...